T.C. Mİllî Eğİtİm BakanlIğI
ESKİŞEHİR / ODUNPAZARI - Eskişehir Eti Sosyal Bilimler Lisesi

Haftanın Yazısı: Köyden İndim ETİ SBL'ye

 

Lisemizden henüz mezun olan öğrencimiz Muhammed Refik TEKELİ'nin okulumuz üzerine izlenimleri.

 

 

KÖYDEN İNDİM ETİ SBL'YE

 

Eskişehir'in Çifteler ilçesinde dünyaya geldim. Burası Sakarya nehrinin doğduğu ve ilk demokrasi mitinginin yapıldığı yerdir. Hayatımın ilk 14 yılını geçirdiğim bu ilçede öyle çok imkâna sahip değildim. Okuluna gitmek için can atan bir öğrenciydim, bu yüzden yaşıtlarımdan bir yıl daha erken başladım eğitim hayatıma. Okuduğum okulda fazla öğrenci yoktu, uzun seneler on dört, on beş kişilik sınıflarda okudum. Okulumun gözde öğrencisi olmak için elimden gelen her şeyi yaptım. Oldum da. Okulda ne iş olsa beni çağırırlar, her türlü etkinlik benden sorulurdu. Öyleki bir yandan tiyatro provalarına katılıyor bir yandan da sınıfın sıra örtülerini kimin yıkayacağına karar veriyordum. Hayatımın her döneminde girişken, içinde bulunduğu grupta sivrilmeye çalışan bir insan oldum.

 

Günler geçti liseye geçiş sınavlarına girildi. Ben şehre gitmeliyim, daha büyük imkanlara sahip olmalıyım dedim kendi kendime. Eskişehir Eti Sosyal Bilimler Lisesi üçüncü tercihimdi. Bir kitap okudum hayatım değişti demeyeceğim, bir lise seçtim hayatım değişti. Gelmeyeceğini bile bile ilk sıraya fen lisesini yazdım ama yazmasaydım içimde kalırdı. Okula kayıt için geldiğimiz gün okulu ilk defa görüyorum. Okula geldiğim ilk günler geceleri yatakta duvara dönerek ağlamıştım, gülerek anımsıyorum. "Allah'ım ben nereye düştüm!" demiştim açıkçası. Daha sonra yavaş yavaş alıştık, İngilizce ile güreşmeye başladık. Uğur Hocamın derse girdiği ilk gün okulu bırakmaya karar vermiştim. Yok yapamayacaktım ben, bu böyle gitmezdi. Ders baştan sona akıcı İngilizceyle geçiyordu. Ben ise pek bir şey anlamazken, bazıları espriyi anlayıp gülüyordu bir de. Ne büyük travma. İnanır mısınız, onu da atlattım. Hazırlık senesi geçtiii gitti. Dokuzuncu sınıftan genel manada hafızamda bir şey kalmadı. Zorladım kendimi ama hayır! Bunun sebebini biliyorum, o ağır müfredat. Ne kadar çok ders ve çalışılacak konu vardı öyle. Nefes alamamışım ki hatırlayacak bir şeyim dahi yok. Sene hesabı yapmaktan sıkıldım, sonrasını cem ediyorum.

 

İşte benim kendimi bulma sürecimi başlatan ilk aşama. Elinde bir kaç kitap,kâğıtların üzerinde zımbalanmış üç dosya kâğıdı. Bu kâğıtlar bir liste ama neyin listesi? Yanına gittim, "Merhaba hocam (Hocayı doğru tahmin edene Tekin abiden çay ısmarlayacağım!)" dedim. Havadan sudan derken konu elindeki listeye geldi, TÜBİTAK konularını ve branşlarını içeriyormuş meğer. "Al bak bakalım, seç birisini ve çalışmaya başla" dedi. Oo yüz kadar konu vardı. Bir kaç kere okudum listeyi ama aklıma tek bir konu yatmıştı: Geleneksel Meslekler ve Bu Meslekleri Sürdürenler.İşte bu konu tam bana göreydi. Başladım çalışmaya... Bir elimde kamera bir elimde tripod adı verilen kamera ayağı ve sırt çantamda ise mülakat formları, ilave kasetler, bataryalar vurdum kendimi yollara. Önce Odunpazarı, sonra Çifteler, Mihallıçık ve nihayet Kırka ile bitiyor sanatçı avım. Bir sepet dolusu yorgunluk ama koca bir birikim ile döndüm. Çok zevkli bir proje deneyimiydi. Neyse TÜBİTAK'a gönderdim projeyi, bölge finaline çağırıldım. Sözlü savunma, sunum falan derken Türkiye finaline geçememiştim. Üzüldüm mü? Tabi ki üzüldüm, ne kadar emek harcamıştım hâlbuki. Ancak düşündükçe gördüm ki ben ne büyük bir deneyim sahibi olmuştum. İşte bunlar bana yeter de artardı bile. Araştırma virüsü adında bir şey var, hiç duydunuz mu? Bir kere kanınıza işledi mi artık musalla paklar sizi. İşte benim de öyle oldu. Çalışma yapmak, bir şeyler ortaya çıkarabilmek bir tutkuya dönüştü adeta. Her gördüğüm olaya çözüm odaklı bakmaya başladım. "Bak bundan proje olur!" lafı dilime yapışmıştı sanki. Bunun yanında çok güzel arkadaşlıklar kurdum, memleketin dört bir yanından arkadaşlar edindim ben okulumda. Bir parça ekmeği bölüşüp yurttaki salça ile yemeyi, hayatı öğrendim. Her topraktan testi yapılamayacağını öğrendiğim gibi her insandan da adam olmayacağını gördüm.

 

Almancayı sevdim, hem de çok sevdim. Herr Katlan ve Frau Erzincanlı Almancayı sevmemdeki en büyük etkendir. Siz de bilirsiniz hazırlık sınıflarına YFU programına girme şansı verilir. Ben de katıldım, ön elemeyi geçtim. İki kişi mülakata geldiler. Biz de topu topu beş kişiyiz. Elendim. Neden? Ben çok panik bir insanım, kendimi sakinleştiremedim. Kekeledim, Alman kadına Türkçe konuşmaya başladım. Böylelikle fazla heyecan, Almanya'ya gitme ihtimalimi aldı götürdü. Bir üst sınıfta Herr Katlan başkanlığında tiyatro çalışması yapılacağı söylendi. Seçmeler yapıldı, seçildim. Hem de başröle, ne büyük şans. Oyun Almanya'da olan gurbetçi bir aile, onların genç kızı Ayşe etrafında geçiyor. Ben Ayşe'ye âşık bir Alman. İmkansız aşk. Gittik Ankara Goethe Enstitüsünde sahneledik. Ekipten iki kişi tiyatro kampına seçildi, biri ben. Yine bana Almanya yok. Artık ben de gitmek istiyordum. Diğer sene yine bir yarışma açıldı. Almanya'ya neden gitmek istediğime dair bir kompozisyon yazmam isteniyor. Yazdım gönderdim, işte bu. Sonunda seçilmiştim. Küçücük bir ilçeden çıkmış, şehir merkezinde geçirdiği bir kaç saati mutluluk sayan çocuk Almanya yollarında. Azmin elinden hiçbir şeyin kurtulamadığını da burada anladım işte. Üç koca sene çalıştım, gidemedim. İşte bir fırsat ve "Deutschland yolları taşlı, geliyor kara kaşlı" Freiburg'a gittim, gezdim.

 

Bahsetmediğim bir şey daha var, dördüncü sınıfta bir tiyatro çalışmasında daha rol aldım ama bu sefer metni kendim seçtim ve çevirdim. Tabi ki profesyonel çeviremedim Herr Katlan sayesinde. O oyunda da Einstein'ı canlandırdım, öyle zevkliydi ki. En zorlandığım şey ise Almanca uzun, bilimsel nitelikli paragrafların ezberlenmesiydi. Oyun Ankara'da sunuldu. Ekipten dört kişi (ben dâhil) İzmir Tiyatro Kampına seçildi. İşte bu uluslararası deneyimler paha biçilemez. O kadar çok kültürle ve kişilikle bir araya geliyorsun ki ister istemez gelişip değişiyorsun. Almanca ve Pasch benim hayatımda çok büyük yer etmiştir. Okul dediğin böyle olur! Okulumuzun içinde bulunarak saksı gibi sulanmayı beklemek ne kadar akıllıca? Birisi yerimizi değiştirse de daha çok güneş alsak diye mi bekleyeceğiz? Erken kalkan yol alır diye boşuna dememişler. Uyanın da bir etrafınıza bakın. Benim imkânlarım neler ve neler yapabilirim? Ben kimim ve ne istiyorum? Bu okul bana ne katmalı ve ben bu okulun sunduğu fırsatları nasıl değerlendirebilirim? İşte kendinizi geliştirecek her şeye balıklama atlayın. Şu dönemde kimin nereden mezun olduğu değil de ne kadar dolu mezun olduğuna bakılır oldu.

 

 Konuyu dağıtmadan aklımda olan bir şeyi aktarayım: Bahsettiğim üzere ben küçük bir ilçede büyüdüm. İlçede birçok dükkân vardı ancak bayramlarda şehirden alışveriş edilirdi. Annem, ablalarım ve benim elimden tutar merkeze getirir, oradaki mağazalardan bayram alışverişi yapardı. Daha sonra tantuni yenir, yayık ayranı eşliğinde. Bu bir rutindi, Eskişehir'e geldiğimizde bunlar yapılırdı illaki. Daha sonra da Hamamyolu'ndan Yediler Parkı'na gelmeden sağdaki dondurmacıdan dondurma alır parka otururduk. Ben o zaman aldığım zevki bir daha ne Almanya seyahatinden aldım ne de Bulgaristan'da. Diyorum ya çocukluk, şuan komik geliyor, o zaman ne kadar zevk aldığım şeyler. Hatta koca yıldaki tek eğlencem belki. Büyük ödül, şehre gitmek!

 

Okulumda yararlandığım nimetler bitmiyor. Bilmiyorum herkes ETİ SBL'nin dibini böylesine sıyırmış mıdır? Ama ben yaptım, çok da mutluyum. Kültür başkenti olduk bir ara hatırlarsınız, sanırım 2013'tü. İşte o zaman okullara yurtdışı gezi hakları tanıdılar. Payıma Bulgaristan düştü. Daha önce Ankara, İstanbul görmemiş ben yurtdışına çıkıyordum. Kabuğumu kırdığımı gördükçe hep mutlu etti. Gezdik, gördük önemli kısım o değil. Önemli kısım edinilen tecrübeler ve çizilen yollar. Bunları anlatmamın sebebi övünmek değil. Ancak "Bakın ben yapabildim, açın gözünüzü'" diyebilmek.

 

Anlatılacak ne kadar da çok şey varmış. Çok şükür. Bir TÜBİTAK proje çalışmam daha oldu. Antibiyotikleri çalıştım, uzun uzun yazdım ve elendim. İşin şakası bir süre sonra sonuç odaklı olmaktan çıkıyorsunuz, her şeyiniz süreç oluyor. Bana ne kattı ve neler öğrendimde oluyor gözünüz artık.

 

Arayın, bakın bir içinize; hepinizde var o, ne kadar derinde olduğu mühim değil. Biraz eşelediğinizde çıkacaktır gün yüzüne, sonra biraz da palazlandınız mı demeyin keyfinize. Yanar yanar tutuşursunuz. Her ne yaparsan yap hakkını ver. Ben ETİ SBL'ye geldim, şimdi de mezunum. Ne kadar da çabuk geçti. Benim istediğim en önemli şey üniversitemin lisem gibi olması. İşte buna benden önce mezun olanlar, "Lisem Üniversitemdir." dediler.
İçinde bulunduğum durumu da "Lisem Ebemkuşağı Gibi Zihnimde" diyerek açıklamışlardır.Lisem ayarında üniversitelerde (Bu iddialı bir cümle lakin bu böyle.) olmak dileğiyle.

 

                                                                                              Muhammed Refik TEKELİ

 

(Lisemiz 2016 mezunu)

 

Mezun öğrencilerimizin okulumuzla ilgili yazılarını İnternet sitemizin  "Tüm Haberler" bölümündeki arşivden okuyabilirsiniz:

 

Haftanın Yazısı: Lisem Ebemkuşağı Gibi Zihnimde / Ahmet EROĞLU

 

Haftanın Yazısı: Lisem Üniversitemdir / Damla GÜNDOĞDU

 

Paylaş Facebook  Paylaş twitter  Paylaş google  Paylaş linkedin
Yayın: 04.08.2016 - Güncelleme: 03.04.2021 17:49 - Görüntülenme: 3948
  Beğen | 0  kişi beğendi